4 Ekim 2016 Salı

Mehmet AYDIN -Arzu KÖK

Mehmet AYDIN

31 Mart 2016 günü kaybettik onu. İki ay önce de sevgili eşini kaybetmiş ve acısına dayanamamıştı belki de. Mehmet Aydın'ı kalabalık bir topluluk uğurladı. Dostları, sevenleri uğurladı onu son yolculuğuna. Oradaydık hepimiz, yanındaydık son yolculuğunda. Kiminle konuşsam; ''Beni çok severdi, ben de onu'' diyordu. 

 Ben dahi 'en çok beni severdi' diye düşünüyordum. Vardığım sonuç şu: Mehmet Aydın, iyi öğretmenliği yanında; dostlarına, çok sevildiğini hissettiren, onun için biricik olduklarına inandırmayı başaran bir sevgi adamıydı. Işılar içinde olsun...

Yazarlar, çizerler, aydınlar, okuyanlar tanır Mehmet Aydın’ı. Kimi yapıtlarından, yazılarından, kimi de şiirlerinden ve çokça aldığı ödüllerden tanır onu. Ama onu tanıyanlar dostluğunu çok sever, güler yüzüne, kişiliğine güven duyar. Zira yaşamıyla, yapıtlarıyla örnek bir eğitimci ve mücadele insanıdır o. “Kalemiyle köprü kurabilen” nadide değerlerimizdendir.

Türk Edebiyatı’nda son nefesine kadar yazmaya devam etmiş şairlerimiz vardır. İlk söylendiğinde ise akla Fazıl Hüsnü Dağlarca, İlhan Berk, Melih Cevdet Anday gibi şiir ustaları gelir ve bu unvan yalnız onlara aitmiş gibi düşünülür. Oysa onlarla sınırlı değildir. Mesela Mehmet Aydın onlardan biridir. Mehmet Aydın Cumhuriyetle yaşıt ve son anına kadar da üretmeye devam etti. Hatta iki ay önce çıkan son şiir kitabının önsözünü yazma mutluluğunu da yaşamıştım.

Delphoi kendinde “Dünyanın Göbeği” diye bilinen bir yarık varmış. Bu yarıktan insanı sarhoş eden bir buhar çıkarmış. Tanrı Apollo’ya danışmaya gelen olursa bu yarık üzerine üçayaklı bir sehpa konur, buna da Pythia denen başrahibe otururmuş. Bu rahibenin buharla kendinden geçtikten sonra söylediklerini etraftan saygıyla dinleyen rahipler kaydeder, sonra manzum bir biçime koyarak, Tanrı’ya danışmaya gelenlere verirlermiş. İşte, Mehmet Aydın’da Türk Edebiyatı’nın Pythita’sıdır. Pythia gibi o da herkesten farklı bir dille yazıyor. Saygıyla dinlenip, yorumlanması gerekiyor. Kısacası aceleci, kolaycı olan bugünün insanının harcayamayacağı kadar bir çaba istiyor. Belki de bu yüzden adı yukarıda saydıklarım kadar bilinir olmadı. Bir söyleşide ona bunun nedeni sorulduğunda “ Ben yazarım. Neysem oyum. Bir pazarlamacı, tezgâhtar değilim” diye yanıtlar. 

Cumhuriyetle yaşıttı Mehmet Aydın. Kendisi kadar şiiri de gerçek bir cumhuriyetçi. O yaz kış meyve veren bir ağaç gibiydi. Ders kitabından eleştiriye kadar her konuya el atmış bir yazın eriydi.

Anadolu’nun bozkırlarından sözcükler devşirip getirdi dimağlarımıza. Dağ başlarında sessiz sedasız açan kır çiçekleri gibi unutulmaya yüz tutmuş sözcükleri kullandı şiirlerinde. Oldukça yalın bir anlatımı vardı. Özenle seçtiği sözcüklerle mükemmel bir dil işçiliği kullanırdı. Bu anlamda da yüz akıydı Türkçe’nin. Şiirlerinde söylenceler, türküler, masal ve kültürel değerlerden yararlanır. Toplumun her kesimini içine alan bir izlek yelpazesi ile ele alarak aktarırdı bizlere.

Mehmet Aydın, insanlığa hizmeti ibadet sayar ve sevgi dininin ışıklarını, şiir diliyle evrene yaymaya çalışır. Gün geldi, Filistin’de, Çeçenistan’da, Bolivya’da, Yunanistan’da, Güney Afrika’da bir özgürlük savaşçısı oldu, gün geldi Şili’de, Cezayir’de, İran’da bir direnişçi oldu. Gün geldi barış güvercini olup dolaştı tüm evreni. Gün geldi Sivas’ta yakılan aydınlarla, sanatçılarla yandı. Gerçi son gün çıkan bir aksaklık olmasaydı belki de o gün yakılanlardan biri olacaktı. İyi ki olmuş o aksilik de o gün gidememiş oraya. Osman Bolulu’nun dediği gibi bir “sevgi bohçası” ydı o. “Canım canım” diyerek kollarını açıp karşılayışı da bu yüzdendi insanları. 

Yeryüzünde ne kadar sorun varsa, ne kadar acı olay yaşanıyorsa, bunların oluşmasında kendini sorumlu tutarak insanlığın dertlerini paylaştı. Yüreği daralanlara, şiirlerini ilaç olarak sundu.

 Özellikle köylülerin, işçilerin, yoksulların, kimsesiz çocukların, sürülen öğretmenlerin, özgürlük savaşçılarının, ozanların, yazarların sorunlarını dile getirdi. 70’li yılların kardeş kavgasını, gençliğin bu kavga içindeki yitişini, çığlık çığlık haykırdı. Akan kanı durdurmak adına şiirleriyle bir barikat kurmaya çalıştı. 

Mehmet Aydın’ın şiiri genelde anlam şiiridir. Biçim ve anlam bütünlüğü vardır şiirlerinde. Evrensel ilişkilerin bilimi olan diyalektiği kullandı yazarken şiirlerini. Dünya görüşü ve evrensellik ön planda oldu onun için hep. Şiirlerinde asla benmerkezci bir anlayış söz konusu olmamıştır. Şöyle diyebiliriz örneğin;

“Mehmet Aydın şiiri, gerçeklerin şiiridir
Acıların, sızıların damıttığı bir şiir
Umutların, beklentilerin şiiridir
Dostlukların, barışın şiiridir
İnsan haklarının şiiridir
Ölüşlerin, hayallerin gerçek objektifinden geçirilmiş şiirlerdir
Çağını soluyan, yargılayan şiirlerdir
Sorumluluğu acılarından gelen şiirlerdir
Sevdalar içinde, sevdasız kalmanın şiiridir.” ve bunları istediğimiz gibi uzatabiliriz.

Tüm bunların yanında Mehmet Aydın Türkçe’yi en güzel kullanan bir şairimiz olarak da çarpar göze. Liberalizm ve kitap rantı uğruna Türkçe’nin zedelenmesinin önünde durmuştur. Şiirin olmazsa olmazı imgeyi de çok güzel kullanır, ancak kendisine sorarsanız mütevazi bir şekilde imgeyi en güzel kullananın kendisi değil, İlhan Berk olduğunu söylerdi.

O umut dolu bir kapı açmıştır, yersize, yurtsuza umarsıza ve bir yuva yapmıştır onlara, dostluk, kardeşlik ocağı olan;

“Bir yuva donattım, aydınlık
Yalansız, dolansız
Salt dostluk, kardeşlik ocağı olan
Açgözlü zorbalardan başka
Herkesin gireceği
Kinlerden ve düşmanlıktan uzak
Kirsiz ve kansız”

Umut, ekmeğiydi onun;

“Kuşan kalemini ey bilge
Dağıt şu belirsizliği, karanlığı” der.

Yaşamın engellerle dolu olduğunu bilir ve şöyle der bir şiirinde;

“Sert kayalara
Serilmiş bir halıdır yaşam”

Sevginin azalması üzerdi onu,

“Bak esenlik kuruyor dalında
Açılmıyor yüreklerin kapıları” 

Yurdunu çok severdi. Mesela Yurdum Benim şiirini;

“Tek varlıksın gönüllere taht kuran
Değişmem dünyalara seni
Sana gider yiğitlik
Ve özgürlükte her yol
Dolduramaz hiçbir güzellik
Düşlere sığmayan yerini” dizeleriyle bitiriyordu. 

Mehmet Aydın, benliğimizde bir karmaşa yaratan ve onu alt üst eden şeyler söyledi bizlere ve düşünmeye sevk etti sürekli bizleri. İyi ki yaşamışsın, iyi ki seni tanıma mutluluğuna sahip olmuşum. Işıklar içinde ol…

Arzu KÖK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder