4 Kasım 2015 Çarşamba

Aşık Veysel - Arzu Kök

Aşık Veysel

Küçük bir çocuk evinin bahçesinde kendince ürettiği bir oyun oynamaktadır. Oynadığı oyunun adı ‘Güneş Işınlarını Tutmaca’. Büyük bir heyecan ve ciddiyetle tutmaya çalışmaktadır güneş ışınlarını. Babası az ilerde kerevete oturmuş onu izlemektedir. Seslenir küçük oğluna; “Hadi oğlum tut güneş ışınlarını ve getir bana” diye. Heyecanlanır çocuk. Hemen bir iki güneş ışığı yakalar ve babasına koşar, açar ellerini sunmak için babasına ama bir de ne görsün, yakaladığı ışınlar yok olmuştur. Şaşırır, tekrar tekrar dener ama hep aynı hezimet. Bu çocuk Aşık Veysel’dir. O gün babası için hiç güneş ışığı tutamamıştır, ellerine alamamıştır o ışınları. Ancak Aşık Veysel aslında o güneş ışınlarını toplamıştır, ama elleriyle değil, beyniyle. Zira 1973 yılının 21 Mart günü kendini kaybedene kadar da kafasında, yüreğinde kalmıştır hep o ışık. O ışık yazdırmıştır o güzel şiirleri ona.

1973 yılında yitirdiğimiz Aşık Veysel için çok şeyler yazıldı, çok şeyler söylendi. Hala da söylenmeye devam etmektedir. Aşık Veysel’i anlatmak kolay değildir. Kimi sadece Aşık Veysel anılarını yazdı, kimi Aşık Veysel’i ve yaşamını anlatırken 40 yaşından sonrasını ele aldı, sanki Aşık Veysel öncesinde hiç yaşamamış gibi, kimi sadece şiirlerini ve onların altındaki felsefeyi çözmeye, yazmaya çalıştı. Hepsi de kendince haklıydı belki de, çünkü Aşık Veysel’i anlatmak kolay değildi. Onun derinliğine inmek, sahip olduğu felsefeyi anlamak kolay değildi ama büyüktü işte Aşık Veysel ve bir yerinden anlatılmalıydı mantığı vardı. Anlattılar da. 

Aşık Veysel’i ilk kez Türkiye kamuoyuna tanıtan Ahmet Kutsi Tecer; “Veysel Şatıroğlu’nda Aşık Veysel bitiyor. Tanzimat’tan gelenlerle onun farkı gelenekten geldiği için bir ses farkıdır. Onun teli bize göre bağlanmıştır. Tanzimatın sesi taklit bir bağlamadır. Evvelkisine düzen, ikincisine akort dediğimiz…” söyleriyle anlatıyor onu.  Sabahattin Eyüboğlu; “Halk şiir geleneği içinde Veysel uzaktan bir birine benzeyen köyler içinde bir köydür. Hep aynı saz, aynı söz deyip geçebilirsiniz. İnsanlığından ayrılmayan şiiri halkından, toprağından da ayrılmaz.” demektedir Veysel için.  Yaşar Kemal; “Eğer Veysel bugünün şairi olsaydı, onun şiiri de bugün halkın içinden çıkan şairlerin şiiri gibi olurdu. Veysel’i iyi okuyanlar, onun inceden de olsa, köylü yanını kırarak bir başkaldırma şairi olduğunu göreceklerdir ve ‘Dağlar çiçek açar/ Veysel dert açar’ ın tadına varacaklardır” der. 

Aşık Veysel hakkında söylenen sözler genel anlamıyla övgü doludur. Ancak eleştirenler de yok değildir. Türkçüler, ‘Veysel neden bizim gibi düşünmedi?’, dinciler, ‘Neden dini şiirler yazmadı?’, Marksistler, ‘Neden düzene başkaldırmadı?’ diyerek eleştirdiler Aşık Veysel’i. Ama ne kadar eleştirseler de “Yiğidi öldür, hakkını yeme” sözü gereği saygı ile eğilmeyi bildiler önünde. 

41 yıl oldu Aşık Veysel aramızdan ayrılalı, ama bugüne kadar ona hak ettiği değeri veremedik ulus olarak. Sadece herkes işine geldiği gibi kullandı onu, siyasiler ağzına sakız yaptı, araştırmadan yazılıp çizildi pek çok şey. Oysa siyaset üstüydü Aşık Veysel, insan sevgisi, doğa sevgisi üstündeydi her şeyin. Görmeyen gözleri, her şeyi tüm aydınlığıyla gören yüreği vardı. 

Günümüzde ülkemizde 166 tane üniversite bulunmaktadır. Ancak bu üniversitelerin hiçbirinde Aşık Veysel ile ilgili bir kürsü bulunmamaktadır. Oysa Kanada’da, Japonya’da, üniversitelerinde, mızrabın saza vuruşundan onlarca tez hazırlanıyor ve birer kürsü oluşturuluyor. Ülkemizde ise yok maalesef. Zülfü Livaneli bir makalesinde şöyle diyordu; “Eğer Aşık Veysel’in değerini anlayacak kök kültüre sahip değilseniz, Mozart’ı iyi yorumlamanız olanaksız.” 

Aşık Veysel, Türkçe’nin kalıplarını en yalın, en anlaşılır kültür ve bilgi birikimiyle kullanan bir ozandır ve onun gibisi bugün bile yok gibidir. Onun gibi bu koskocaman topluma kendisini kabul ettirebilecek bir ozan yetişebilecek midir acaba ülkemizde? Eğer Aşık Veysel doğru anlatılmazsa, üniversiteler birer Aşık Veysel kürsüsü kurup derinlemesine inceleyip, gelecek kuşaklara doğru aktarmazsa zor olacak bazı şeyler. Eksik bilgilerle, yanlış öğreneceğiz onu. İzin verilmemelidir buna. Bu anlamda üniversiteler bu işe el koymalıdır. Hükümet Aşık Veysel’in doğru anlatılmasına vesile olmalıdır. Örneğin geçen yıllarda bir yıl Mevlana Yılı ilan edilmiş ve her yönüyle anlatılmıştı. Peki neden, bir yılı Yunus Emre yılı, bir yılı Aşık Veysel yılı ilan edemiyoruz? Neden öz değerlerimize sahip çıkmıyoruz?

Aşık Veysel ozanlık geleneğinin en güçlü temsilcisidir. Ama hala onun hakkında bilmediğimiz o kadar şey var ki. Tüm üniversitelerimizi ve Kültür Bakanlığı’nı bu anlamda çalışmaya davet ediyorum. Bu büyük ustanın ölümünün 41. yılı, adına açılacak kürsülere ve kültürel çalışmalara vesile olur umarım. 

Işıklar içinde kal Aşık Veysel. Her ne kadar değerini bilme yoksunu olsak da iyi ki bizim topraklarımızda yaşamış, dilimizde eserler vermiş... 

Arzu Kök




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder